Şehit İbrahim Bilgen

Şehadet Bir Çağrıdır, Nesillere ve Çağlara

Mavi Marmara Seyir Defteri | Nuri Yıldız

mmseyirdefteriBEKLE BİZİ GAZZE

Hemen burnumuzun dibinde kopan bir kıyamet var.

Yaşadığımız yere yaklaşık altı yedi yüz kilometre kadar mesafede.

Ülkemizdeki birçok ilden birbirine daha yakın.

Kuzey uç ile güney uç bölgemiz arasındaki mesafe kadar.

Çığlıklar yükseliyor orada.

Feryatların boyu gayrı arşa değdi.

Çocukların acı figanları anaların çaresizliğine karıştı.

Evinde ölümü bekleyenlerin sayısı binleri buldu.

Ölümü cesurca karşılayanlar şahadete ulaştı.

Aç kaldılar, boyun eğmediler.

Evsiz kaldılar, yuvaları başlarına yıkıldı, aldırmadılar.

Elektrikleri kesildi, suları akmadı, yılmadılar.

Modern dünyanın hayvanlara bile duyarlılık gösteren örgütleri -onca iletişim aracına rağmen onları duymamış olmalı ki- bu durumu umursamadılar bile.

Bizim o haberler karşısında ne düşündüğümüzü önemsemediler.

Bizim ya da diğer insanların, kendilerine yapacakları hiçbir yardımın kaygısını taşımadılar bile.

Katil İsrail’in onca gelişmiş korunma, güvenlik ve savunma teknolojisine rağmen, Filistin halkı ellerindeki sapan taşı ve basit el yapımı silahlarıyla, onların korkulu rüyaları oldu. 

Onlar, tarihin çirkin sayfalarını, temiz kanlarının gül kokusu tazeliğiyle akıtıp yazarken, bizler onları, asabiyet (soy sop iddiası) ya da Arap fobimizin doruğuna tırmandırdığımız duygularımızla, vatanlarını satmakla suçladık. 

Onlar, her yeni teknolojik silahın öldürücü gücüne yüreklerini kalkan ederken, bizler sınır ötesi bir iç kavga nüvesi olarak düşünmeye çalıştık.

Onlar, ümmet duyguları içinde son serhat kalesini koruma mücadelesini verirken, bizler onların düşmanlarıyla antlaşmalar yapmaya, dostluklar kurmaya çalıştık.

Tüm dünya ülkeleri, sadece inançlarını ön plana çıkararak politikalar oluştururken, bizler her fırsatta kavmiyetçiliği ön planımıza almaya çalıştık.

Rus birliklerinin Gürcistan’a yaptığı saldırılar karşısında ortak olarak ayaklanan tüm dünya ülkelerinin, Filistin’deki olaylar karşısında duyarsız davranmasını kim hangi bilimsel ya da duygusal düşünceyle açıklayabilir ki? 

Ey halkları Müslüman olan, Arap ve diğer ülkelerin duyarsız yöneticileri;

Halklarınızın duygularını görmemezlikten gelemezsiniz.

İsrail ile yaptığınız her türlü anlaşmalarınızı bir kez daha gözden geçirin.

Ölen çocuk, yaşlı, kadın ve sivilin vebalini düşünün,

İsrail’in yaptığı zulmü, sadece bir gurup Filistinliye münhasır göremezsiniz.

Bu kıyım sadece onlara değil, bizedir. Sizedir.

Mazlum halkların ezilmesinden dolayı tüm insanlığadır.

Biz bunları yazarken ve okurken, kaç kurşun, kaç masum bedeni daha parçalayarak şahadet makamına ulaştırdı, kim bilir. 

Utanıyorum; İsrail’in katliamına göz yuman insanların varlığından,

Utanıyorum; Filistin’e destek vermeyen insanlardan.

Sizin anlayacağınız; insanlığımdan utanıyorum.



BU GEMİDE OLMAM LAZIM!

“Peygamberin kızı Fatma günümüzde yaşıyor mu ?” diye bir soru sorsalar hep bir ağızdan, peygamberden kısa bir süre sonra Hakk’a yürüdüğünü ifade ederiz.

O Fatma ki, Allah Resulünün torunları olan Hasan ve Hüseyin’in anneleri olması hasebiyle, aynı zamanda ehl-i beytin de ana membaıdır. 

Allah Resulünün Kâbe’de ibadet halinde iken üzerine dökülen pisliği gözyaşlarıyla temizleyen çok değerli bir evlattır. 

Allah Resulünün nadide, naif, latif, iffet ve ahlak sahibi mübarek eşi Hz. Hatice’den doğup, onların hane-i saadetinde büyüyerek, bu eşsiz ailenin tüm insanlığa rehber olabilecek yaşantısını, çocuk eğitiminin misalini ve ortak değerlerini, o günden kıyamete kadar sürecek zaman dilimi içinde insanlığa göstermiş ve gösterecek örnek kişidir.

Yine aynı hanenin tertip ve terbiyesi içinde büyüyen Hz. Ali ile hayatını birleştirerek, değerlerin bir aile içinde ne kadar mükemmel bir tarzda yaşanabilirliğinin de timsali olmuşlardır.

O, Allah Resulünün hane-i tedrisatında öyle bir dirayet eğitimi alarak büyüdü ve yaşadı ki, onunla evlenebilecek şahıs ta ayni kıymet-i harbiye ye haiz olabilmeliydi. Ve o kişi de Ali’den başkası olamazdı.

İkisi de aynı çeşmenin billur suyunu kana kana birlikte içmiş ve bu suya birlikte doymuşlardı. Aynı akşamın batan güneşini birlikte seyre dalmışlar, aynı zamanda doğan güneşin ışığını birlikte soğurmuşlardı tüm bedenlerinde. 

İnsanlığın en değersiz yaşam biçimine de birlikte şahit olmuşlar Mekke’de. Dünyanın en değerli babasına yapılan zulüm, aşağılama ve işkencelerine şahit olmuş, belki de en nadide bir evlat olarak tarihe geçmiştir Fatma.

En zor dönemde babasına eş olmuş ve babası ile bütün sıkıntıları çekmiş, herkesin babasını yalanladığı, alaya aldığı bir dönemde bütün cömertliği ile desteğini esirgememiş, hatırşinas Hatice’nin bahçesinde yetiştiği halde, çocukları Hasan ve Hüseyin’le birlikte en zor imtihanlara duçar kalmış mübarek anne: Fatma. 

Allah resulünün ölümünden kısa bir süre sonra artan rahatsızlığından dolayı sayılı günlerini bekleyen o değerli kadın Fatma, bir gün, o mübarek gözlerinden yaşlar akıtarak ağlarken, kendisini bu şekilde gören eşi Ali sorar:

— Benim sevgili eşim Fatma seni ağlarken görüyorum. Neden ağlıyorsun? Bak işte, bu dünyanın ne kadar olumsuzluğu varsa hepsinden kurtuluyorsun. Daha iyi değil mi? Gideceğin yerde en sevdiğin baban, annen var. Onlara kovuşacaksın. Bu sana yetmiyor mu? Yoksa dilim varmıyor, söyleme ama, sen ölmekten mi korkuyorsun?

Bu sözler üzerine, buğulu gözlerinden yanaklarına doğru süzülen birkaç damla yaşa mani olamayan o mübarek kadın, kafasını kaldırıp muhabbet dolu bir ifade ile ilmin sahibi, ehli beyt’in müdavimi olan Hasan ve Hüseyin’in babaları ve kendisinin hayat arkadaşı Ali’ye öyle bir cümle kullanır ki, bu kelimelerin oluşturduğu ifade, değil Seyfullah olan Ali’yi, bu sözlerin geçtiği mekânda bulunan, tüm canlı ve cansız varlığı ağlatmaya yeterdi ve de artardı. 

— Ey Ali! Tabi ki ölümden zerre kadar bir korkum yoktur. Babam ile anneme kavuşmak içinse zaten can atıyorum. Bu rezil dünyayı da ona sahip olmak isteyenlere bırakıyorum. Benim endişe ve çekincem şudur ki; ben öldüğümde cenazem taşınır iken kefen olarak üzerime örtülen bezin bir tarafının açılıp da vücudumun herhangi bir yerinin görünmesi…

Fatma öleli asırlar oldu.

Ama hala Fatma’ların yaşıyor olması mutluluğumuz ve yaşayacak olması temennimizdir.

Birkaç gün önce, (İHH) İnsani Yardım Vakfı’nın Gazze’ye düzenleyeceği gemilerle ilgili bilgilendirme yapmak üzere ilimize gelen Filistinli yazar Eymen Halit ile beraber olan ve tercümanlık yapan, Gerçek Hayat dergisi yazarlarından Adem Özköse’nin anlattığı ve Gazze’de yaşanan bir olay hepimizin kanını dondurmuştu.

İsrail’in her gün Gazze’yi bombaladığı dönemde, bir gece yatma vakti bir baba odalarına çekilmiş olan kızlarının konuşmaların duyar kapı ardında. Büyük kız, kardeşini şu sözlerle uyarmaktadır:

— Bak kardeşim. Bizim evimiz de, diğer evlerin yıkıldığı gibi bir bomba ile yıkılabilir. Ölürsek hiçbir problem yok. İnşallah şehit oluruz. Ama evimiz yıkılıp ta biz yaralı olarak kurtulursak, bizleri yıkılan binanın altından erkekler kurtaracaklardır. O erkekler bizleri yaralı olarak kurtarmaya çalışırken bizim vücutlarımızı görmemeleri gerekir. Bundan dolayı vücudumuzu çok iyi kapatan elbiselerimizle yatmalıyız.

Evet, peygamberin kızı Fatma öleli asırlar oldu. 

Ama günümüzde hala Fatmalar yaşıyor.

İHH’nın bu gemileri de Fatmaların yardımına gidiyor.

İHH’nın bu gemileri, mazlum bir halkın yardımına gidiyor.

İHH’nın bu gemileri, bu dünyanın yanlışlığını düzeltmeye gidiyor.

İHH’nın bu gemileri, yeni bir dünya düzeni kurmaya gidiyor.

Bu görev ve sorumluluk hepimizindir.

O halde ne duruyorsunuz.

Gelin bu dünyayı değiştirelim.

Amaç bu dünyanın değişmesi ise…

Benim de bu gemide olmam gerekiyor.

Sadece kendisini Müslüman olarak gören değil, insani değerlere sahip olan her kesin ya bu geminin içinde olması gerekir, ya bu geminin içine konulacak her türlü yardıma bir katkısı olmalı, en azından halis bir niyetle duası olmalıdır.

Aksi halde, hiç kimse kendisini manevi bir vebalden kurtaramaz.

Selam ve dua ile…

Yorum Yok »




Yorum Yaz

*